"Can" kavramının açıklamasıyla beraber ekosistemdeki ilk ayrım yapılır. "Canlı ve cansızlar" şeklinde yapılan bu ayrım ekosistem denilen karmaşık yapının ilk ve en önemli ayrımıdır.
Aslında bunu her alanda görebiliriz: Yani bir ilim alanında yapılan ilk ayrım, en belirleyici ve en önemli ayrımdır. Bundan sonraki kısımda canlılar için bir olgu belirlenmiştir: Besin zinciri veya döngüsü. Cansızlar, bu döngüde araç niteliğindedir. Kendi başlarına bu döngüye dahil olamazlar. İşte bu yazıda ele alacağım konunun bel kemiğini, bu besin zinciri denilen olgu oluşturacak.
Besin zinciri
"Canlıların beslenme alışkanlıklarını yansıtan bir düzen vardır. Canlıların birbirleriyle beslenmelerine göre oluşan zincire besin zinciri denir. Doğadaki bir canlı başka bir canlı ile beslenirken kendisi de başka bir canlının besini olur."¹ şeklinde geniş bir tanım işimizi görür. Bu tanıma göre bu zincirin önü olduğu kadar arkası da bulunmaktadır. Yani yiyeni yiyen de bulunmaktadır. İşte burada biraz "kayış atabilir". Çünkü bu hesaba göre, bu zincir sonsuza uzanıyor. Bir ucundan bir ucuna "bu işlem" devam ediyor. Bu paradokstan kurtulmak pek tabi mümkün. Şöyle ki; zinciri bir doğru gibi düşünmektense onu bir çember gibi düşünün. Böylelikle en azılı yırtıcı, otların besini oluyor.
Bunların haricinde birkaç eklenti daha yapalım: Besin zincirinde bulunan hiçbir canlı bu besin zincirine zarar verecek bir harekette bulunmuyor. Zincirin kendisine sağladığı kısımla hayatını idame ettiriyor. Aynı zamanda besin zincirinde insan bulunmamaktadır. Daha doğrusu insan doğal olarak besin zincirinin bir mensubu değildir. Kendisini bu ortama kabul ettirmiştir. Bunu tabi ki zekasına borçludur.
İnsanın durumu ne olacak?
İnsan bir canlı olduğuna göre mutlaka besine ihtiyaç duyacak. Bitkiler gibi(tabi bazı bitkiler etçil o ayrı mesele; örnek sinekkapan) kendi besinini üretmediğinden gözünü besin zincirine çevirecek. İşte bu nedenle sunî bir müdahalede bulunacak.
İnsan, fiziki yapısı gereği her türlü canlıyı -zehirlileri de zehirlerinden arındırarak- yiyebilir. Bunun aksine bazı otçul canlılar fiziki yetersizlikleri bulunduğundan etleri sindiremezler. Kendilerini "Vejetaryen" diye tabir eden insanlar kendilerini bilerek veya bilmeden şartlandırmışlardır. Çoğu bunu bilinçsiz yapmıştır. Zaten kendileri de vejetaryenliği(bitki harici yememeyi) bir yetersizlik değil, bir seçim olarak kabul etmektedirler. Yani yapıları gereği onlar da her şeyi yiyebilirler. Bununla beraber; et yemeyi hor görmek, -en azından- et yememeyi kabul ettirmeye çalışmak kadar anlamsız bir davranıştır.
Neyse insanın durumuna geri dönelim. İnsan bu özelliğe sahip olduğundan besin zincirinin -gerçekten de- altını üstüne getirebilir ki çoğu kez bunu yapmıştır. Besin zinciri ile ilgili bahsetmediğim aslında bir konu daha var ki insanın bu eylemini "haksız" çıkartıyor. O konu da; besin zincirinde, insan doğal olarak bulunmasa da, insana bir pay ayrıldığıdır. Bu payı, insan, zekasıyla kendi ortaya çıkarabilir. Aksi takdirde, besin zincirinde bulunmayan ancak ona dahil olmak zorunda kalan, akılsız bir hayvandan farkı kalmaz.
İnsanın besin zincirine "üyelik başvurusu"
Bu başvurunun, insan tarihinin başlangıcında yapılmış olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde insan ırkı yok olurdu. Bununla beraber bu başvurunun ismi "avcılık-toplayıcılık"tır. Tarih düz bir çizgi gibi sürekli ilerlemese dahi, insan sıfırdan başlamış olmalıdır. Bunun aksi bir düşünce mantığa terstir.
İnsanlığın ilk dönemlerinde bir hayli gerekli olan bu "aktivite" zamanla yerini tarıma bırakmıştır. Böylelikle toplayıcılık neredeyse ölmüştür. Ancak avcılık günümüzde dahi hayattadır. Bunun nedeni de aslında çok basittir: Et başka bir şekilde elde edilemiyor. Tarım bunun yerini dolduramıyor. Günümüzdeki yapay ürünler(et, sakatat cinsi besinleri kimyasallarla elde etme) de sizi şaşırtmasın, onların yarardan çok zararı vardır(-dır ekini olasılık anlamında kullanmadım).
Avcılık
³
Avlanma pek tabi bir ihtiyaçtır. Ancak azami seviyesi her zaman düşük tutulması gereken bir ihtiyaç. Önceleri(bu pek belirsiz bir zaman) bu azami sınırın ne olacağı kestirilemese de insanlar gerçekten de kendilerine yetecek kadar avlanıyordu. Yani bu sınırı tutturabiliyordu. Tabi sınırın aşıldığı zamanlar olmuyor da değildi.Günümüzde, biyolojinin yardımı başta olmak üzere "fauna"nın popülasyon saptamaları, hayli isabetli yapılabilmektedir. Böylelikle insanlar azami sınırı artık apaçık görebilmektedirler. Ancak bu durum avcılığı daha "verimli" yapmak yerine, gelişen tekniklerle, gitgide verimsizleştirmiştir. Burada verimden kastım elbette ki besin zincirinin dengesinin sabit kalmasıdır, avdan elde edilen ürün değildir. Hal böyleyken insan daha fena bir canlı haline gelmiştir. Öyle ki artık "sınırı bile isteye aşmıştır".
Günümüzde avcılığın mantığı
İnsan, ihtiyaçları çerçevesinde avlanmalıdır. Peki ihtiyaçtan kasıt nedir? İhtiyaç kelime anlamı olarak, güçlü istek; kavram olarak karşılığı ise, karşılandığında haz ve doyum, karşılanmadığında ise acı ve üzüntü veren bir duygudur. İşte bu kavramsal tanım çok farklı yerlere çekilebilmektedir. Öyle ki fildişi kolye sahibi olamayan bir bayan da, lükse düşkün olduğundan, üzüntü duyabilir. O zaman avlanmadaki ihtiyacı zarurete(zorunluluğa) bağlamalıyız.
Zarurî ihtiyaçlar avcılığın konusu olmalıdır. En temel örnek olan "açlık" harici birkaç örnekle bu alanı az da olsa genişletme imkanına sahibiz. Ancak bu tarz örnekler gün geçtikçe daha da azalmaktadır. Bunun nedeni ise elbette ki gelişen teknolojidir. Mesela önceden ışık elde etmek için fokları avlayıp derilerinin altındaki yağdan gaz lambasına yakıta imal ediliyordu. Ancak günümüzde bu ihtiyaç; elektrik akımları ve demir, bakır gibi madenlerden üretilmiş teller aracılığıyla giderilebilmektedir. Öyle ki artık cıva ve neon gibi elementler de bu işte kullanılabilmektedir(örnek: Floresan lamba).
Bunlardan dolayı, "zaruri olmayan ihtiyaçlar"ın giderilmesinde avcılığın veya daha genel olarak avlanmanın rol oynaması acıklı bir durumdur.
Kültürel ve dinî törenlerde besin zincirine müdahaleler
Festival veya bayram gibi günlerin bazılarında insanlar yine besin zincirine müdahil oluyor. Ancak bu müdahale ne kadar gerekli ve bu müdahalenin ölçüsü nedir? Bunların cevaplarını, bu alandaki, birkaç etkinliği inceleyerek, az da olsa, verebiliriz.
Kurban bayramı
Kurban ibadetinin kökenine, ne şekilde yapıldığına girmeden ve bunları bildiğinizi kabul ederek direk kurban kesiminin konumuzla ilgili olan kısmına geleceğim.
İslamiyette kurban kesiminin mantığı Allah'ın rızasını kazanmaktır. Yani dini bir görevi yerine getirmektir. Bu görev bir inanç ihtiyacının yansımasıdır. Bununla birlikte besin zincirinde yarattığı dalgalanma besin zincirine zarar verecek boyutta değildir. Bu nedenle "katliam" gibi tabirler ölçülü bir kesim oranı için hayli isabetizdir. Bunların haricinde izin verilmeyen alanlarda (çayırda, dere kenarında) toplu kesim yapılarak doğaya; suyun kirlenmesinden bitki örtüsünün yok olmasına kadar çok büyük oranda zarar da verilmektedir(görüntü kirliliğinden bahsetmiyorum bile).Bu nedenle dengenin bu alanda da sağlanması gereklidir. Aksi takdirde inanılan ve hizmet edilen Allah inancı başka boyutlara dönüşecektir.
Domates festivali(La Tomatina)
Ağustos ayının son çarşambasında yapılan bu festivali, genelde haberlerden öğrendim. Biraz hakkında araştırma yaparak daha da bilgi sahibi oldum. Besin zincirine doğrudan etkisi pek olmasa da dolaylı yoldan domatesler, zaruri olmayan bir ihtiyacın giderilmesi için tüketildiğinden besin zincirine etkisi yine de mevcuttur. Burada domateslerin tüketilmesindeki, amaç sadece eğlencedir.² Daha çok İspanyada kutlanan bu festival, ezilmiş domateslerin, kamyonet ve kasalara yığılması, sonrasında da insanların bu "cephanelikleri" kullanarak -insanlar açısından zararsız- bir savaşa girişmelerinden ibarettir. "Zararsız" ifadesi elbette doğrudan zararın bulunmadığını ifade etmektedir.
Bu festival, bir ölçü barındırmadığından hatta ölçüsüzlüğün festivalde daha çok kabul görmesinden dolayı besin zincirine zararı bulunmaktadır. Tabi bu çok "özel" ve dar anlamda bir zarardır. Bununla beraber doğa ve çevre de zarar görmektedir.
Tilki avı(Fox hunting)
16.yy'dan bu yana gelenek halini almış olan bu aktivitenin ana vatanı İngiltere'dir. İngiltere'nin elinin uzandığı her bölge ve ülkede de bu tarz bir etkinlik bulmak mümkündür. Ben daha çok İngiltere'de yapılan klasik tilki avını ele alacağım.
İngilizlerde gelenek olan bu av; derebeylerin, soyluların bu iş için özel olarak eğitilmiş av ve tilki köpekleri ile(foxhound) yaptıkları bir aktivitedir. Köpeklerin bu işte sayısı fazla olsa bile avcıların sayısı azdır. Atlı olan avcı daha çok tüfek kullanarak kırmızı tilkileri vurur. Köpeğin görevi ise avın bulunması ve getirilmesidir. Kabaca bu anlatım yeterli olacaktır diye düşünüyorum.
İngilizlere göre asillerin işi olan bu av, bir yüksek sınıf göstergesi olarak kabul edilir. Bunu göstermeyi zaruri ihtiyaç olarak pek tabi kabul edemeyiz. Ancak denge konusuna bakıldığında bu avlanma çeşidi besin zincirinde, ancak kurban kesimi kadar dalgalanma yaratıyor. Yani bu döngüye pek zarar vermiyor. Eklemek gerekir ki; avlanan hayvanların her türlü uzvundan da yararlanılıyor.
Son birkaç söz
İnsanoğlu mutlaka doğaya bağımlıdır. Bu bağımlılığı fırsata çevirmek de onun elindedir. Bu yüzden doğanın kendini yenilemesine izin vermeli ve bu döngünün tamamlanmasına olanak tanımalıdır. Bunu başarabilmek için öncelikle kendine merhamet etmelidir.
-nbsas-
Dipnot:
¹ http://www.bilgiustam.com/besin-zinciri-nedir/
² https://en.wikipedia.org/wiki/La_Tomatina
³ http://rachelwentzbooks.blogspot.com.tr/2013/11/humans-tasty-tasty.html
³ http://rachelwentzbooks.blogspot.com.tr/2013/11/humans-tasty-tasty.html
Yorum Gönder